Mimar Sinan’ın Yaşamı ve Sanatçı Kişiliği

tarafından
407
Mimar Sinan’ın Yaşamı ve Sanatçı Kişiliği

On yedi yıl yeniçeri olarak çalıştıktan sonra 1538 yılında başmimarlığa atanan ve ö^n- ceye kadar elli yıl kesintisiz bu makamda kalarak Kanunî Süleyman,*11. Selim ve 111. Murad zamanlarında Osmanlı klâsik mimari üslubu ile özdeşleşmiş olan Sınan bin Ab- dülmennan, dünya yapı sanatının gelmiş geçmiş en büyük ustalarından biridir.

mimar-sinan

Çağdaşları ona saygı ile “Koca Sinan” diyorlardı. Avrupa’dan esen barok rüzgârları onun bıraktığı izleri dağı tınca ya kadar yüzlerce Osmanlı mimarı, gösterdiği yolda yürudu. Ounu- müzde, Türk kültürünün başlıca simgelerinden biri sayılmaktadır.

Sinan çocukluğunda,devşirme olarak yeniçeri ocağına alınmış, İstanbul’da eğitim görmüştür. Devşirme çocukların önceleri yalnızRumeli’denalmdığını göz önünde tutan bazı yazarlar, onun Arnavut, Bulgar, Sırp, Yunan, hattâ Avusturya kökenli olduğunu ileri sürmüşlerdir. Oysa, XV. yüzyıl ortalarından başlayarak devşirme sisteminin Anadolu’ya da uygulandığı bilinmekte, w kaynaklar Sinan’ın Rumeli’den değil Anadolu’dan geldiğini göstermektedir. Ermeni asıllı bir Anadolu çocuğu olduğu iddiası da geçersizdir. Daha sonraları bu kural değişmiş ise de XVI. yüzyıl başlarında Ermeniler devşirmenin dışında tutuluyor, Yeniçeri Ocağına alınmıyorlardı.’5
Aslında Sinan’ın etnik kökeni üzerinde fazlaca durmanın bir önemi ve gereği de yoktur. Çünkü Kühnel’in haklı olarak dikkatleri çektiği gibi, Sinan’ın eserleri en küçük ayrıntıya kadar o denli Türktür ki, onun Arnavut mu Rum mu olduğu tartışması tamamiyle yersiz olur.

XVI. yüzyıla ait kaynak ve belgeler Sinan’ın Kapadokyalı olduğunu ortaya koyuyor. Risa- let üi-Mi’mariye’de ona Sinan-ı Kayseri denildiği gibi ,17 1585-6 (H. 994) tarihli vakfiyesinde,18 Sinan’ın Kayseri’de oturan erkek kardeşini -ya da erkek kardeşlerinden birini İstanbul’a getirerek onu Müslüman yaptığı yazılıdır .19 Bir başka belgede ise Sinan’ın Kayseri’nin merkez ilçesine bağlı Ağırnas köyünden geldiği açıklanır. Bu belge, Kıbrıs’ın fethinden sonra Karaman ve Kayseri bölgesinde oturan zimmîlerin adaya yerleştirilmeleriyle ilgili olarak Sinan’ın dilekçesine karşılık II. Selim’in Akdağ Kadısı ve sürgün işini yürüten Hüseyin Çavuş’a gönderdiği hükümdür.
Hüküm: “Hâlâ Hassa mimarlarım başı mektub gönderüb Kayseriye reâyâsı Kıbrıs’a sürülmek fermân olunub kendü sâkin olduğu Ağırnas nam karye halkı ve âhar karyede sâkin olan akrabası… Zimmîler Kıbrıs’a sürgün olmakdan af olunmasın istida eylemeğin müşârünileyhin sâkin olduğu zikrolunan karyesi ve akrabasından olan mezkûr zimmîler Kıbrıs’a sürgün olmakdan af olunmak emir idüb buyurdum ki varub vusul buldukta müşârünileyhin sâbıkan sâkin olduğu mezbur karyesi…”20 diye sürmektedir. Görüldüğü gibi, belgenin iki yerinde Sinan’dan Ağırnas “sâkini”, bir yerinde de orada “sâbıkan sâkin” olduğu söylenerek onun devşirilmeden önce Ağırnas’ta oturduğu konusu açıklık kazanmaktadır.
Tuhfet ül-Mi’marin’e göre Sinan çocukluk -ya da delikanlılık- yıllarında “Vilâyet-i Karaman ve bilâd-iYunan’m devşirme oğlanları ile der-i Devlete” gelmiştir Ç Devşirme oğlanları sağlıklı, boylu boslu, zeki ve yetenekli çocuklar arasından seçilirdi. Öksüz ve yetim olanlar, bir sanat bilenler, Türkçe konuşanlar, evliler alınmazdı:2 Devşirme işlerini yürütmek için her idari bölgeye bir yeniçeri yayabaşısı ve bir kâtip gönderilir, bunlar kadı ve sipahinin yardımıyla köyleri tarayarak yaşları sekiz ile onsekiz -en çok yirmi- olan erkek çocuklar arasından uygunları seçer, seçilenlerin vaftiz kâğıtlarını görüp sağlık muayenelerini yaptıktan, künyelerini devşirme defterine geçirdikten sonra onları yüzyüzelli kişilik kafileler halinde İstanbul’a sevkederlerdi v
Devşirme oğlanların kütük defterleri,Yeniçeri Ağasmca saklanırdı. Bu defterler ortada yoktur. Vak’ay-i Hayriye’de,yeniçerilerle ilgili her şey gibi onlar da yokedilmiştir. Bu yüzden Sinan’ın asıl adı r4 anasının ve babasının adları, doğum yılı bilinmemektedir D Onun Ağır- nas’taki gençlik dönemine ait bildiğimiz tek şey, yeniçeri ocağına Yavuz Sultan Selim zamanında alındığıdır.
Tezkiret ül-Ebniye’de, “Reis-i mi’maran Sinan Ibni Abdülmennan merhum ve mağfu- runleh Seyfülislâm Sultan Selim Han İbni Sultan Bayezid Han aleyhirrahmeti ve’l gufran hazretlerinin zaman-ı saltanatlarında devşürme gelüb…” 26 ve yine aynı tezkerede Sinan’ın ağzından, “Anın (Şeh-i âlem Selim bin Bayezid Hanın) devşirmesiyim ben kemine”,2′ denilerek onun Yavuz Sultan Selim zamanında devşirildiği ayıklanmaktadır.
Sinan devşirildiğinde kaç yaşındaydı? Konu üzerine ilk eğilenler bu sorunun cevabını onun türbesi üzerindeki kitabenin, 28onbirinci dizesinde bulmuşlar, “Yüzden artuk ömr sürdü akıbet kıldı vefât” sözlerini içeren satırı Sinan’ın öldüğü zaman yüzden yaşlı olduğu biçiminde Yorumlamışlardır. Sinan H. 966 (1588) yılında öldüğü için de H. 896 (1490-l)’den önce doğduğa tezi böylece ortaya çıkmıştır. Meyer, Sinan’ın doğumunu 895 (1489) yılına tarihle-
– • Aslanapa aynı tarihi kullanmış,30Goodvvin, 896 (1491) tarihinin kabul edilebileceğini belirtmiştir d1
Ancak, bu tarihler uygun görülecek olursa Yavuz Sultan Selim’in tahta çıktığı 1512 yılında Sinan’ın 21 ile 23 yaş arasında olması gerekir ki, her ikisi de yeniçeri ocağına katılmak için ;ok fazladır. Bu yüzden 1512 yılında tam 20 yaşında iken devşirme alındığı varsayımından hareketle doğumunu 1492 (H. 897-8) yılına çıkaran görüş ağırlık kazanmıştır.32 Ne var ki, i-‘ö ve 1491 gibi 1492 tarihi de bir başka kabule -Sinan’ın 1512 yılında devşirildiği varsayımına- ccvanmaktadır. Oysa bu husus kesin değildir; 1513 ya da 1514 yılında devşirilmiş olabilir. Kaldı ki devşirme için yaş sınırı yirmi olmakla birlikte, yeniçeri örgütünce eğitilmeleri daha k. lav olan genç çocukların yeğlendiği gerçeği de göz önünde tutulmalıdır. Devşirme oğlanları konu alan minyatürlerde açıkça görülebileceği gibi bunlar delikanlı değil, oniki-onbeş yaşlar orasında çocuklardır. 11
Yukarıda açıkladığımız görüşler ışığında Sinan’ın mezar kitabesindeki “yüzden artuk ömr
– rdü” deyimini “çok uzun yaşadı”, ya da “öldüğünde çok yaşlıydı” biçiminde yorumluyor;
– uvük olasılıkla yirmi yaşından Önce devşirildiğini, bu nedenle de doğumunun 1490’lı yılların
oma değil, fakat 1497-1498 gibi sonlarına tarihlenmesini daha akla yakın buluyoruz.
Devşirme çocuklar kafileler halinde İstanbul’a varınca, bunların bir bölümü içoğlan olarak imaya ayrılır, ötekiler taşra hizmetlerini yerine getirmek üzere bir iki altın karşılığında Türk .ediklerine kiralanırdı. Fâtih Sultan Mehmed’in başlattığı bu uygulamanın ’4 amacı, devşir- m e çocuklara Türkçeyi, Türk gelenek ve göreneklerini, Islâmın gereklerini öğretmekti. Taşra • zmeti genellikle üç yıl olmakla birlikte,devşirme oğlan yetişinceye kadar sürer, sonra yoklama vapılır, sınavda başarılı olan çocuğun bu kez acemi ocağında askeri eğitimi başlardı. Yenileri ocağında yer açılınca Divân-ı Humâyun’a bildirilir, boşalan yerlere padişah fermanı ile ■ cemi oğlanlardan atama yapılır, acemi ocağında açılan yerler de taşra görevindeki devşirme- .v’den ahnarak doldurulurdu. 11
Sinan’ın taşra hizmeti ile acemi oğlanlık dönemi 1512 ile 1521 yılları arasında olmak üzere m. fazla dokuz yıl sürmüştür. Yavuz Sultan Selîm’in saltanatına rastlayan bu yıllarda, Iran ve Mısır seferleri, Çaldıran (1514), Merc-i Dabık (1516), Han Yûnus (1516), Reydaniye (1517)
– e. dan savaşları yor alır. Bu savaşlarda yeniçeri kaybı fazla olduğundan acemi oğlanların veniçeri ocağına, taşra hizmetindeki devşirme çocukların da acemi ocağına geçişleri hızlanmış, bu arada Sinan da Kapıya çıkarak (1521) Belgrad Sefer-i Hümâyununa yeniçeri unvanıyla katılmıştır.

Belgrad seferinden sonra,Sinan sırası ile Rodos (1522), Mohaç (1526), Viyana (1529), Irâ- keyn (1534), Korfu ve Pulya (1537) ve Boğdan (1538) Sefer-i Hümâyunlarına katılmış; Rodos ile Mohaç arasında atlı sekbanlığa atanmış; Mohaç’tan sonra yayabaşı, Viyana seferinde zem- berekçibaşı yapılmış; Irâkeyn seferi dönüşünde de Hasekiliğe yükseltilmiştir. 36
Sinan’ın katıldığı askerî seferler, bir yandan onun yeniçeri ocağı içerisinde ilerlemesini sağlarken,bir yandan da geleceğin mimarına çağının önemli kentlerini görme ve tanıma olanağını veriyordu. Sinan’ın sefer yolları üzerindeki mimarî anıtları incelediğine ve gördüklerini ileride yararlanmak amacıyla değerlendirdiğine şüphe yoktur. Çünkü askerlik yaşamının son aşamasında onun Hassa başmimarlığma atanması rastlantıya bağlanamaz. Sinan, mimarlığı çok önceden aklına koymuş, acemi oğlanlık döneminden başlayarak kendini yapı sanatına hazırlamıştır.
Askerî eğitimin yanı sıra acemi oğlanlardan bir bölümü tersane, mahzen, kapan gibi mirî tesislerde, bir bölümü İstanbul’a İzmit’ten odun, Mudanya’dan buz getiren gemilerde, bir bölümü Boğaz’m iki yakası arasmdayolcu taşıyan kayıklarda, bir bölümü de Saray, Yeniçeri Ağası ve vezirlerce yaptırılan inşaatlarda çalıştırılırdı. 37 Sinan’ın daha çok yapı işlerinde görevlendirildiği tahmin edilebilir. Acemi ocağında edindiği dülgerlik sanatı,38 giderek yapı ustalığına dönüşmüş, inşaat işlerinde çalışırken mimarlığı ustalardan görerek öğrenmiş, katıldığı seferlerde köprü, kale gibi askerî amaçlı tesislerin yapımında ye ele geçirilen kentlerdeki önemli anıtların onarmamda çalışarak bilgi ve deneyimini artırmıştır.39
Sinan mimarlığa hangi tarihte başlamıştır? Bu sorunun cevabını, Sinan yapılarının listeler halinde sunulduğu XVI. yüzyıla ait yazmalarda aramak,fakat bunu yaparken,bu tezkerelerde adı geçen her yapıyı hemen Sinan’a maletmemek gerekir. Örneğin, Tuhfet ül-Mi’marin adlı yazmada -hem de ilk sırada- kayıtlı Sultan Selim Camii ve türbesini Sinan’ın öz yapıları arasına alma olanağı yoktur.
Açıklayalım:
Yavuz Sultan Selim 22 Eylül 1520 günü İstanbul’dan Edirne’ye giderken yolda ölmüş, naaşı 30 Eylül’de İstanbul’a getirilerek ertesi gün daha sonra Sultanselim adını alacak semtte toprağa verilmiştir. Babasının mezarı üstüne türbe, türbenin önüne de bir cami yapılmasını emreden Sultan Süleyman, 17 mayıs 1521 günü camiin temelini attıktan sonra Belgrad seferine çıkmıştır. Belgrad’a 29 Ağustos’ta giren Sultan Süleyman 19 Ekim’de İstanbul’a dönmüş, kış aylarını yeni bir seferin hazırlıkları ile geçirmiş, 16 Haziran 1522’de Rodos seferine çıkıp, 29 Ocak 1523 günü İstanbul’a geri geldiğinde, Sultan Selim Camii ve türbesini tamamlanmış bulmuştur.
Mimar kişiliğinin henüz gelişmediği 1520’li yılların başında Sultan Selim Camii ve türbesi gibi birinci derecede önemli bir inşaatın Sinan’ın sorumluluğuna verildiğini düşünmek yersiz olur.40 Sinan bu cami ve türbenin yapımında tahta işlerine ilişkin bir görev yüklenmiş olabilir. Ancak, bu durumda, gerçek katkısının Belgrad ve Rodos seferleri arasında İstanbul’da geçirdiği sekiz aylık sürenin ötesine geçemeyeceği gözden uzak tutulmamalıdır.
Aynı kategoride ele alınması gereken bir başka yapı topluluğu,Gebze Çoban Mustafa Paşa külliyesidir. Bu külliyeyi meydana getiren yapılardan cami, medrese ve aşhane Tuhfet ül- Mi’marin’den başka Tezkiret ül-Bünyan ve Tezkiret ül-Ebniye isimli yazmalarda da kayıtlıdır ve üçü de Sinan’a maledebileceğimiz bir takım özelliklere sahiptirler. Ne var ki,cami ile medresenin 1523-4 (H.930) tarihli kapı kitabeleri, bu yapıların Sinan için çok erken olduğunu açıkça ortaya koyar.
Külliyenin yapımına Çoban Mustafa Paşa’mn 2.vezirliğe atanıp Kanunî’nin kızkardeşi Haf- sa Sultan’la evlendiği 1521 yılında başlanmıştır. Bu yüzden Sultan Selim camii ve türbesi gibi,Gebze Çoban Mustafa Paşa cami ve külliyesini de zamanın Hassa başmimarı Acem Alisi denilen Alaeddin tasarlamıştır.41 Bu külliyeye ait yapılara üç tezkerede rastlanması ise, Sinan’ın bunları 1538-1588 yılları arasında onararak adlarını defterine kaydetmiş olmasıyla açıklanabilir.

z2° vâznda ölen Çoban Mustafa Paşanın camimin haziresindeki türbesine gelince: Eğer b. T.rbe camı ile birlikte planlanıp inşa edilmiş ise öteki yapılar gibi onun da Sinan’a maledil- konusu olamaz. 4J Yok, Çoban Mustafa Paşa toprağa verildikten sonra tasarlanmış • n Viyana Seferi dönüşünde türbeyi yapma olasılığı ortaya çıkar. Ne var ki böyle
n.- zke. adından yalnız Tuhfet ül-Mi’marin’de söz edildiği için kitabesi” Çoban Mustafa
türbesini Sinan’ın tartışma kabul etmez eserleri arasına koyma olanağı yoktur.
Öre vandan, yine Çoban Mustafa Paşanın yaptırdığı ve bugün Bulgaristan’ın Svilengrad vs kınlarında Meriç trmağını kesen Mustafa Paşa köprüsünü Sinan’ın öz yapıları arasına biliriz» Uç tezkerede de kayıtlı olan Mustafa Paşa köprüsü 1529 yılında Viyana seferinin r – amasından az önce tamamlanmıştır.4’
Kar _r.: Sultan Süleyman’ın birinci Viyana kuşatmasını da içine alan dördüncü Sefer-i Hu- mas unu. 10 Mayıs 1529’da başlayıp,ordunun aynı yılın 16 Aralık günü İstanbul’a varması ie sc z bulur. İrâkeyn seferine ise 11 Haziran 1534’de çıkılmıştır. Bu hesaba göre, eğer kendisi- ıe z man zaman başkent dışında özel görevler verilmediyse, Sinan, yaklaşık dört buçuk yılını geçirmiştir. Askeri sorumluluklarının yanı sıra mimarlık çalışmalarına bu yıllarda z : vermiş, ilk mescid ve camilerini bu dönemde tasarlayıp gerçekleştirmiştir.
Sinan’ın eseri olduğunu kesinlikle söyleyebileceğimiz ilk bina Karagtımrük’te bulunmuştur.
1550-1 vH.937) tarihli Üçbaş mescididir.44 İkinci ve üçüncü binalar ise 1532-3 (H.939) E. Kumkapı Muhsine Hatun mescidi45 ile Ayvansaraylı Hüseyin Efendi’nin 1533-4 (H.940) “Ç-._ tarihlediği eski Kasım Paşa Camii olmaktadır.
dort duvar üzerine ahşap çatılı iddiasız yapılar olan bu üç dinî binadan başka aynı zİ2rz binan seferlerde de boş durmuyor, onarım işleriyle meşgul oluyordu. Örneğin Irâ- kevr se-fen süresinde ordunun Bağdat’ta kışlamasındanyararlanılarak, Kanunî’nin emriyle onardı • Ebu Hanife ve Abdülkâdir Geylânî’nin makamlarını yenileme faaliyetinde Sinan’ın rol oynadığına şüphe olmamak gerekir.
]’ lu vı 11 ar Sinan’ın mimar olarak deneyiminin arttığı, kendini Hassa mimarlığına hazır- ICZ yıllardır. Çabaları boşa gitmeyecek, mimarbaşı Acem Alisi’nin ölümü üzerine boşalana 2. VezirDamad Lütfi Paşanın tavsiyesiyle 1538 yılında atanan Sinan bu tarih- «n ise nra kendisini artık tamamiyle mimarlığa verecektir.
T – başmimarı olarak Sinan’ın yüklendiği ilk önemli iş,İstanbul Haseki Hiırrem Sultan medresesidir. Bunları hızla bitirmiş, Üsküdar Mihrimah Sultan külliyesinin yapımı- s »-leceği sırada beklenmedik bir olay -Şehzade Mehmed’in genç yaşta ölümü- önemli bir En Sinan’ın ayağına getirmiş, Sultan Süleyman,oğlu Şehzade Mehmed’in türbe ve camiini tasarımıyla Sinan’ı görevlendirmiştir.
1 nda tamamlanan Şehzade Mehmed Camii, Sinan’ın ilk büyük eseri, Osmanlı mi-
Ei’ ran evrensellik yolunda ulaştığı ilk menzildir. 1548’den ölümüne kadar önünde bulu- bbeE zk il içerisinde,Sinan daha nice menzillere kademe kademe erişecek, küçüklü büyüklü «p 1 : le, Osmanlı mimarisini mantıki sonucuna ulaştıracaktır.

Prof. Dr. Aptullah Kuran